ABD Başkanı Donald Trump'ın başlattığı ticaret savaşları ve küreselleşme karşıtı politikalar, aslında Çin'in ekmeğine yağ sürdü. Çin, bu durumu fırsat bilerek dünya ekonomisinde giderek daha dominant bir konuma yükseldi. Hatta öyle ki, bazı uzmanlar Çin'in tüm dünyayı "öğrenilmiş çaresizlik sendromu"na soktuğunu iddia ediyor. Peki, bu iddiaların ardında yatan gerçekler neler?
Çin'in Yükselişi ve Küreselleşme
Çin'in son 20 yılda dünya ekonomisindeki ağırlığı giderek arttı. Küreselleşmenin getirdiği fırsatları stratejik hamlelerle birleştiren Pekin yönetimi, düşük maliyetli üretim, ucuz iş gücü ve devlet destekli politikalarla küresel tedarik zincirinin merkezine yerleşti. Rakiplerini saf dışı bırakan veya fason üretici konumuna getiren Çin, Batı'nın üretim kabiliyetini düşürerek ekonomik yapısını değiştirdi. Bu durum, Batılı ülkelerin kendi "idam fermanlarını" gönüllü olarak imzalaması olarak yorumlanabilir.
Deng Xiaoping'in "Kendi yolumuzu seçerek, Batı'yı taklit edebiliriz" yaklaşımı, Çin'in üretim gücünü artırdı. Sadece Batı'nın teknolojilerini taklit etmekle kalmayan Çin, ters mühendislik becerileri sayesinde Batı'nın sahip olduğu markaların kendi topraklarında üretilmesini sağladı. Çin'in para birimi yuanın düşük değeri, ihracatın ucuzlayarak rekabet avantajı sağlamasına olanak tanıdı. Devlet sübvanseleri ve yatırımlar sayesinde üretim maliyetleri daha da aşağı çekildi ve Çinli ürünlerin rekabet gücü arttı.
Batılı ülkeler, Çin'in ucuz iş gücü cazibesi karşısında üretim tesislerini Çin'e taşımaya başladı. Özellikle ABD ve Avrupa merkezli şirketler, üretim maliyetlerini düşürmek adına Çin'in ekonomik büyüklüğünden faydalandılar. Ancak bu durum, Batılı ülkelerin kendi topraklarında üretim kabiliyetlerini kaybetmelerine yol açtı. Çin'in rekabetçi üretim fiyatları, Batı'daki fabrikaların kapanmasına ve iş gücünün hizmet sektörlerine kaymasına neden oldu.
Trump'ın Politikaları ve Çin'in Cevabı
Trump'ın 2017'de başlattığı Çin'e karşı yüksek gümrük vergisi savaşı, Çin'in küresel üretim gücüne karşı bir tehdit olarak görülse de, Batı'nın küresel ticaretteki rolünü zayıflatmış ve Çin'in üstünlüğünü pekiştirmiştir. Çin, üretim kapasitesini sadece düşük maliyetli iş gücüyle değil, aynı zamanda yenilikçi teknolojiler ve yüksek üretim verimliliği ile de artırması, Batı'nın bu rekabeti sürdürebilmesini zorlaştıran etkenler arasında.
Pekin, kendisini hedef alan adil ve kurallara dayalı serbest ticarete sadakat çağrılarına, "öğrenilmiş çaresizlik" duygusunu harekete geçirerek baraj kurmaya çalıştı ve gelen tepkilere bakıldığında bunda da başarılı oldu. Aslında Pekin bu mesajı, 2017’de neoliberal ideolojinin kalesi Davos Forumu'nda en üst düzeyde vermişti.
Çözüm Ne Olmalı?
Çin'in ekonomik büyüklüğü, dünya ekonomisinin önemli bir bölümünü oluşturuyor ve dünya ticaretinde büyük bir paya sahip. Çin, teknoloji alanındaki yatırımlarıyla da Batılı ülkelerle arasındaki farkı giderek açıyor. Peki, bu durumdan nasıl çıkılır?
- Pekin masaya oturmaya ikna edilmeli.
- Küreselleşmenin tüm ülkelerin çıkarını koruyacak daha adil ve kurala dayalı bir ticaret sistemine dönüşmesi için müzakerelere başlanmalı.
- Trump’ın yıkıcı politikaları yerine yapıcı çözümler üretilmeli.
Açık ki dünyanın, üretimde "öğrenilmiş çaresizlik sendromu" ile başa çıkmasının yolu, tüm ülkelerin çıkarını koruyacak adil bir ticaret sisteminden geçiyor. Aksi takdirde, Çin'in "dünya fabrikası" olma yolundaki ilerleyişi, küresel ekonomik dengeleri daha da bozabilir ve tüm dünyanın üretim kabiliyeti için ciddi bir tehdit oluşturabilir.