15 Mayıs 2025 Perşembe

Kadınlardan Militarizme Red: Vicdani Retçilerin Güçlü Sesi!

Dünya genelinde devam eden savaşlar ve devletlerin artan silahlanma çabaları, militarist şiddetin hayatımızın her alanına nüfuz etmesine neden oluyor. Bu karanlık tabloda, barış mücadeleleri zaman zaman gölgede kalsa da, özellikle savaşın en ağır yükünü taşıyan kadınların ve savaşı reddeden kadın vicdani retçilerin sesini duyurmak hayati önem taşıyor. Geçmişin izlerini silmeye çalışan sistemlere karşı kadınlar, antimilitarist mücadelenin yılmaz savunucuları olarak direnişlerini sürdürüyor. Kadın vicdani retçiler, militarizmin erkek egemen yapısını sorgulayarak savaş karşıtı mücadelenin yeni yollarını ararken, militarist hafızanın inşasına karşı da kararlılıkla direniyor.

Savaşın İdeolojik Temeli: Erkeklik

Savaşlar, tarih boyunca erkekliğin inşasının merkezinde yer almıştır. Kahramanlık anlatıları, orduların disiplin yapısı ve zorunlu askerlik sistemi, erkekliği şekillendiren kritik unsurlar olmuştur. Türkiye'de özellikle zorunlu askerlik hizmeti bağlamında düşündüğümüzde, 'erkeklik' ve 'kadınlık' arasındaki iktidar ilişkilerinin, "koruyucu erkek" ve "korunmaya muhtaç kadın" söylemleriyle nasıl belirginleştiğini ve bu ilişkinin savaşın ideolojik temelini nasıl beslediğini açıkça görebiliriz. Militarist sistem içindeki bu ilişki, yaygın bir şekilde, erkeklik ve askerlikle tamamlanır, ‘vatan savunması erkekliğin en büyük görevi’ olarak görülür.

"Her Türk asker doğar" klişesi, sadece zorunlu askerliğin bir gerekçesi değil, aynı zamanda erkekliğin toplumsal kabulü için bir ön şarttır. Bu klişe, zorunlu askerliğin “makbul erkeklik” ile olan bağını da anlamamıza olanak sağlar. Türkiye’de askerlik yapmamış bir erkek, geleneksel erkeklik normları içinde ‘eksik’ görülür ve toplumda yeterince ‘adam yerine konulmaz’. İş bulamaması, evlilikte sorun yaşaması, sosyal dışlanmaya maruz kalması bu militarist sistemin doğal sonuçlarıdır. Pınar Selek, militarizmin, milliyetçilik ve ataerkillik ile iç içe olduğunu söylerken, Türkiye’de kadınların devlet politikaları ve toplumsal normlar aracılığıyla, militarist kodlarla konumlandırıldığını anlatır.

Militarizm yalnızca savaş ya da güvenlik politikalarıyla sınırlı değildir; gündelik yaşamın her alanına sirayet eder ve kadınların toplumsal konumunu belirler. Kadın vicdani retçilerin mücadelesi de bu noktada devreye girer. Vicdani ret yalnızca askere gitmeyi reddetmek değildir; erkekliğin militarist sistemle nasıl iç içe geçtiğini ortaya koymak ve savaşın toplumsal yapılar içinde nasıl sürdüğünü sorgulamak anlamına gelir.

Cinsiyet Rollerini Sarsarak Militarizme Direnmek

Türkiye’de vicdani ret hareketi içinde yer alan kadınlar, militarizmin yalnızca bir savaş stratejisi olmadığını, toplumun işleyişini belirleyen ideolojik bir araç olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’de kadınlar, zorunlu askerlik sürecine dahil edilmese dahi militarist sistem kadınları pasif destekçiler olarak konumlandırıyor: "Şehit annesi", "asker yolu bekleyen kadın", "vatanı uğruna fedakarlık yapan anne" gibi roller, militarist hafızanın ürettiği kadınlık kurgularından sadece bazıları. Türkiye’de gündelik pratiklere sirayet eden militarizm, kadını ‘vatan’ gibi ‘namus’ gibi korunmaya muhtaç bir pozisyona hapsediyor.

Vicdani retçi Ferda Ülker’in sözleri, bu militarist yapıya kadın perspektifinden nasıl karşı durulması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor:

"Ordu beni askerlerin annesi, eşi, savaşların cephe gerisi gücü, hemşiresi, fahişesi, mermisinin taşıyıcısı olarak konumlandırmış durumda. Benimle ilgili bunca tasarımı olan bir kurumun karşısında vicdani ret yalnızca askere gitmemek değildir."

İşte tam da bu perspektifle bakıldığında, Türkiye’de militarizm; kadınları, erkek egemen savaş düzeninin parçası olarak konumlandırıyor. Kadın vicdani retçiler ise, bu düzeni sorgulayarak, militarizmin ‘erkekliği’ ve ‘kadınlığı’ nasıl şekillendirdiğini, cinsiyet rollerinin savaş politikalarını nasıl beslediğini ortaya koyuyor.

Kadınlar Olmadan Barış Mümkün Mü?

Kadın vicdani retçilerin mücadelesi yalnızca askerliği reddetmek ile sınırlı değil; savaşın ideolojik kökenlerine yönelik derin bir eleştiri içerir. Militarist ritüeller, kahramanlık anlatıları, erkeklik kültü ve zorunlu askerlik mekanizmaları - tüm bunlar savaşın kaçınılmaz olduğu fikrini pekiştiren yapılardır. Savaşların sona ermesi için kadın vicdani retçilerin mücadelesi, antimilitarist hareketin temel taşı olabilir. Militarizmin erkek egemen yapıları tarafından sürdürüldüğü ve bu yapıların sorgulanması gerektiği gerçeği, vicdani retçi kadınların barış tarihinin her döneminde ve her coğrafyada altını çizdiği şeyler olagelmiştir.

Kadın vicdani retçilerin mücadelesi, militarist hafızanın sorgulanması, zorunlu askerlik karşıtı söylemin genişletilmesi ve toplumsal normların militarizmden arındırılması gibi önemli adımlarla barışın mümkün olabileceğini gösteriyor. Ya da bu bütünlüklü düşünme biçiminden muaf bir antimilitarist mücadelenin eksik kalacağını. Türkiye’de vicdani ret hareketini konuşurken, 15 Mayıs Uluslararası Vicdani Ret Günü’nü kadınların gözünden hatırlamak, bu mücadelenin hafızasını yaşatmak ve barışın tarihini yaşanabilir kılmak için kritik bir fırsat. Bu yıl, vicdani reddin sadece askerlik karşıtı bir eylem değil; geçmişin yüklerinden özgürleşerek ve savaş karşıtı mücadeleyi feminist bir perspektifle büyüterek, militarizmin toplumsal yapısına yönelik bir meydan okuma olduğunu hatırlayarak, kadınların sesine kulak vermek gerekiyor.

Kadın vicdani retçilerin mücadelesi, militarizmin unutturmaya çalıştığı her şeyi yeniden gündeme getirerek, barışın mümkün olduğunu hatırlatıyor. Ferda Ülker'in sözleriyle, "Barış, hatırlamanın gücüdür. Militarizmin unutturduğu her şeyi yeniden gündeme getirmek zorundayız." Bu nedenle, kadınların barışa dair anılarını ve direnişin gücünü asla unutmamalı, militarizmin dayatmalarına karşı durarak barışın tarihini yeniden yazmalıyız.

İlgili Haberler