Son günlerde sıkça duyduğumuz "Neoliberalizm çöktü!" iddiaları ne kadar gerçekçi? Birçok kişi, sistemin sonuna geldiğimizi düşünse de, aslında olan sadece bir dönüşüm mü? Bu yazıda, neoliberalizmin evrimini, yeni biçimlerini ve solun bu konudaki yanılgılarını derinlemesine inceleyeceğiz.
Neoliberalizm: Bir Ölüm Değil, Mutasyon
1980'lerden beri hayatımızın her alanına nüfuz eden neoliberalizm, sadece bir ekonomik model değil, aynı zamanda bir zihin biçimi. Peki, bu ideoloji gerçekten çöküyor mu? Yoksa sadece biçim mi değiştiriyor?
2008 küresel finans krizi ve pandemi gibi olaylar, neoliberalizmin sorgulanmasına yol açsa da, sistem kendi krizlerini aşmayı başardı. Kurtarma paketleriyle finans kurumları kurtarıldı ve sistem yeniden yapılandırıldı. Bu durum, kapitalizmin her krizini "son" zannetmenin büyük bir yanılgı olduğunu gösteriyor.
Günümüzde neoliberalizm, algoritmalar, veri merkezleri ve gözetim teknolojileriyle yeniden kodlanıyor. Eskiden "pazar kutsaldır" denirken, şimdi "veri her şeydir" deniyor. Bu bir ölüm değil, bir mutasyon.
Otoriter Neoliberalizm: Yeni Bir Biçim
Bugünün neoliberalizmi, Thatcher'ın neoliberalizminden çok farklı. Demokrasiye tahammülü yok ve otoriter rejimlerle iç içe geçmiş durumda. Hindistan, Rusya, Türkiye ve Macaristan gibi ülkelerde piyasa ekonomisi ve polis rejimi nasıl birleştiğini görüyoruz. Bu, gömülen bir sistem değil, tanka binen bir neoliberalizm.
Devletin küçüleceği söylenirken, en büyük ihale dağıtıcısı haline geldi. Bireyin özgürleşeceği iddia edilirken, en mahrem verilerimiz şirketlerle paylaşılıyor. Bu durum, neoliberalizmin başka bir forma evrildiğini gösteriyor.
Büyük teknoloji şirketlerinin gücü, dijital ekonominin merkeziyetçiliği ve platform kapitalizminin işleyişi, devlet-piyasa ayrımını bulanıklaştırıyor. Bugünün neoliberalizmi, devletin ve şirketin iç içe geçmesiyle oluşan yeni bir iktidar biçimini temsil ediyor.
Solun Yanılgısı: Düşmanın Ölümünü İlan Etmek
Sol entelektüel üretim, genellikle kimlik siyasetinin dar koridorlarında dolaşıyor. Sınıfı unutmuş, ekonomiyi liberalizme teslim etmiş ve sendikal hareketi mezara gömmüş durumda. Bu haldeyken neoliberalizmin çöktüğünü ilan etmek, galibiyetini hayal ettiğin bir maça çıkmadan hükmen kazandığını sanmak gibi.
Neoliberalizmin çöküşünü ilan etmek yerine, bu yeni biçimini anlamak daha önemli. Çünkü solun tarih boyunca en çok hata yaptığı yer, kapitalizmi her krizde öldü sanmaktı. Oysa mesele, onun sürekli yeniden doğabilme kapasitesi.
Bugün yaşadığımız şey, belki de yeni bir neoliberal restorasyon süreci. Bu sefer işin içinde dijital kontrol, algoritmik yönetim, iklim krizi bahanesiyle yapılan yeni özelleştirmeler ve sınıfsal kutuplaşmanın teknolojik derinleşmesi var.
Sonuç olarak, neoliberalizm çökmedi. Sadece biz onu eski formuyla görmekte ısrar ediyoruz. Oysa o artık devlete sızdı, dijital altyapıya gömüldü ve gündelik hayatımıza kodlandı. Bizi patronlara değil, uygulamalara bağımlı kıldı. Bu nedenle, mezarlıkta zafer turu atmak yerine, önce gerçekten neyle savaştığımızı öğrenmek zorundayız. Neoliberalizmin üçüncü perdesi başlamış olabilir ve alkışlayanlar hala çoğunlukta.